Son
zamanlarda kalite meselesini de zıvanasından çıkarıp
reklam aracı haline getirdiler. Kalite konusunda yapılan
yanlışlar ve abartılar üzerindeki eleştirilerim uzun olduğu
için girmeyeceğim. Ama kısaca şu: Yapılan şeyler hep
mekanik, yapısal, şekilsel, kuralsal, yöntemsel. İşin
ruhu unutuluyor. Bu ruh insanlara nasıl verilir? Doğrusunu
isterseniz bu ruh ve onun verilişi anlatılamaz. Ama yine de
klasik ve de tabi pek fazla bir şey ifade etmeyen tabirlerle
bir anlatım isterseniz diyoruz ki, bu iş, olumlu bir şirket
kültürü, arkasından koşulacak değerler yaratarak ve bu kültür
ve değerleri olumlu şekilde yönlendirerek başarılır. Pek
kesmedi dimi? O zaman örnekleyeyim isterseniz, hem de
hipotetik değil gerçek bir örnekle. Gerçekten uzun
zamanlardan beri merak etmişimdir. Bu kültür ve değer
denen şeyler hakikaten işe yararlar mı diye. Bana, işe
yaradıklarını gösteren bir örnektir bu örnek. Hem de
kalite konusunda.
“Beton
toprağın altında da kalsa güzel olacaktır”
ifadesini ilk kez bir şantiye şefinden duymuştum. STFA
(Sezai Türkeş Feyzi Akkaya)’da çalıştığım zamanlarda
eğitim işlerine de ben bakardım. İlk kez büyük bir
oryantasyon programı düzenlemiştik. Programın içeriğini
hazırlarken yukarıdakilere, ”Burası bir şantiye şirketi.
Şantiyeciliği de birisi anlatsın” demiştim. Fikrim çok
güzel bulundu ama, “Bu işi en iyi yapacak bir adam var ama
konuşturamazsın ki” dediler. Ben de, “Sizin arkadaşınız,
siz isteyince konuşur, olmazsa talimat verirsiniz” demiştim.
“Yok” dediler, “İşini sen kendin hallet.” Özgün
Dumrul idi bu adamın adı, şantiye şefi, inşaat mühendisi.
Olayı öyküselleştirmek için daha sonraları anlatırken
onun adını, “Deli
Dumrul”a çevirmiştim. Çünkü o, gerçekten de işinin
delisi idi. Kendisi ile görüştüm ve konuşması için
zorla ikna edebildim. O, konuşmayı bilmez, iş yapmayı
bilirdi. Nitekim toplantıda kesik kesik konuştu. Toplantının
sonuna gelmiştik. İstediği konuları tamamen bitirememişti.
Ama zamanı uzatmak istemedi ve, “Vaktim doldu. Size doğru
dürüst bir şey söyleyemedim. Feyzi Ağabey’in bir lafını
aktararak bitireyim bari. Zaten o, iyi iş yapmanız için her
şeye yetecek. Bu sözü aklınızdan çıkartmayın yeter”
diyerek ekledi;
”Beton
toprağın altında da kalsa güzel olacaktır.”
Uzaktan
onu izliyordum. Lafın sonunda bir şeyler olmuştu. Cümleyi
bitirirken başını önüne eğdi ve lafın sonu gırtlağından
zorla çıktı. Birdenbire anladım ki, boğazı düğümlenmişti.
Bir iki saniye oturduğu yerde başı öne eğik, kağıtlarını
topladı ve sonra kalkarak hızla dışarıya doğru yürümeye
başladı. Kimse bir şey anlamamıştı. Hemen koşarak teşekkür
etme bahanesi ile kendisine yaklaşmıştım ki, gözlerinin
dolu dolu olduğunu gördüm. Konuşmak nedir bilmeyen, hele
hele ağlamak nedir hiç bilmeyen o koca Deli, o koca Dumrul hıçkırıklarını
tutmaya çalışıyordu. Anlaşılmasın diye beni kendisine
daha fazla yaklaştırmadan hızla çıkıp gitti.
Böyle
bir simgesel ifadenin, klasik deyişle bu kültürel değerin
ne kadar güçlü, gerçek ve işe yarar olduğunu o zaman
anladım. Çünkü Deli Dumrul’un şantiyeleri gerçekten
olağan üstü eserlerle doluydu. Sanırım hiç bir teknik
uluslararası şartname, hiç bir şirket şartnamesi, hiç
bir talimat veya ceza, hiç bir sistem bu simgesel
anlatım’ın (değerin) yerini alamaz ve etkisini gösteremezdi.
Türküleri
yazanlar yasaları yazanlardan daha güçlüdür.
“Beton
toprağın altında da kalsa güzel olacaktır.” Bu bir türkü
idi işte. Kalite konusunda yaratılmış ve bugün hiç bir
Toplam Kalite Yönetimi uygulamasının yaratamayacağı
etkiyi yaratmış bir türkü. Eğer bu türküyü
yazabiliyorsan ve eğer onu söylettirebiliyorsan olağan üstü
insan olur, olağan üstü insanlar yaratır ve onlara olağan
üstü işler yaptırabilirsin. Anlamıştım artık bunu. Şirket
kültürünün önemini yadırgayamazdım artık. Türkülerin,
değerlerin, inançların yasalardan daha güçlü olduğunu,
onların insanlarda tutkular yaratabildiğini görmüştüm
artık. Ki,
o tutkular insanlara yasaların yaptıracağından çok çok
fazlasını yaptırabiliyordu.
STFA’nın
şantiyelerine sık sık giderdim. O zamanlar orada bir ruh
vardı. Herkes yaptığı işin kalitesine gerçekten acayip
tutkundu. Üstelik o zamanlar şantiyelerin çoğu Libya,
Suudi Arabistan, İran,
Tunus gibi ülkelerde
idi. Bu ülkelerin koşulları zordu. İnsanlar yurtlarından
uzak, bazıları ailelerinden uzak, çocuklarının eğitim
sorunları var, kültürel farklar var vs. Ancak bu insanları
deliler gibi çalıştıklarını iyi iş yapmak için nasıl
çaba sarf ettiklerini gördükçe inançların, tutkuların,
değerlerin ne kadar somut sonuçlar doğurabildiğine hep şahit
olmuşumdur ve Feyzi Ağabey’in sözleri hep kulağımda çınlamıştır.
Bu
yazımda size bir kalite hikayesi anlattım. “Hikaye” değildi
bu. Bu yaşanmış bir efsane idi. Ne dersiniz bu ruh, bu
heyecan, bu tutku, bu özveri, bu düşünce ve kafa yapısı,
bu zihniyet olmadıkça yapılan kalite çalışmaları ne
kadar tutar?
|